Fransa'da Genişleme Referandumları Kaldırılıyor: Türkiye Hariç !
Dr. Deniz ALTINBAŞ 30 Nisan 2008
Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, 2005 yılında, Hırvatistan’dan sonra AB’ye katılacak ülkelerin üyeliklerinin Fransız halkının oylamasına sunulmasına yönelik bir kanun çıkarmıştı. Türkiye’nin AB üyeliğine destek verir gibi görünen Chirac, gerek muhalefetten gerek kendi partisinden gerekse kamuoyundan gelen baskıların sonunda, Türkiye’nin üyelik sürecini bloke etmek yerine Türkiye konusundaki son kararı halka bırakarak, üzerindeki yükü biraz olsun atmaya çalışmıştı. İlk bakışta ve kısa vadede akıllıca gibi görünen bu kanunun, genişleme sürecinin devamını tehlikeye attığı “fark edildiğinden” Temmuz ayında değiştirilmesi bekleniyor. Yeni düzenlemeyle, bir aday ülkenin AB üyeliğine karar verilmesi Fransız Parlamentosu ile Senato’nun beşte üçlük çoğunluğunun onayı veya halk oylaması ile gerçekleştirilecek; hangi yöntemin kullanılacağına ise cumhurbaşkanı karar verecek. Chirac’ın yaptığı yasal düzenleme, tamamen Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgili bir hamle idi. Bugün yapılan değişiklik, Türkiye açısından yine ilk bakışta olumlu gibi görünüyor. Çünkü Türkiye’nin en büyük korkularından biri, müzakere sürecini başarıyla sonlandırsa, AB kurumlarının tamamından oy birliği ile kabul alsa dahi, bazı ülkelerde halk oylaması riski ile karşılaşmaktı. Artık ortadan kalkmış gibi görünmekle birlikte, bu riskin hâlâ devam ettiğini söylemek gerekir. Öncelikle, Türkiye meselesini halk oylamasına götürecek tek ülkenin Fransa olmadığı hatırlatılmalı. Bilindiği gibi, bir tek üye ülkenin bile geri çevirmesi durumunda, o adayın AB üyeliği gerçekleşmeyecektir. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, diğer adaylar için ortadan kaldırılmakla birlikte, üyeliğin halk oylamasına sunulması durumunun, Türkiye söz konusu olduğunda geçerli olacağını belirtiyor. Çünkü yapılan değişiklik, referandumun tamamen kaldırılması değil, sadece otomatik olmaktan çıkarılması. Sarkozy, halk oylamasının İsviçre gibi Avrupalılığı ile ilgili herhangi şüphe bulunmayan bir ülkenin AB üyeliğinin vatandaşlara sorulmasının manasızlığını, ancak Türkiye gibi Avrupa’da olmayan bir ülkenin tartışmalı konumu nedeniyle halkın oyuna sunulması gerektiğini savunuyor. Üstelik Sarkozy, açıkça, o dönemde cumhurbaşkanı olduğu takdirde “sadece” Türkiye’nin üyeliğini halk oylamasına götüreceğini söylüyor. Öte yandan, Le Figaro gazetesinde yer alan bir yazıda, Fransızların yüzde 71’inin Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkmasına rağmen, Sarkozy’nin yine de risk almamak için Türkiye konusundaki son sözü Fransız halkına bırakmak istemediği iddia ediliyor. Fransa’nın böyle bir değişiklik yapmasının nedeninin, AB içinde güvenilirlik sağlamak olduğunu söyleyebiliriz. 1 Temmuz 2008’de altı aylığına dönem başkanlığını devralacak olan Fransa’nın, amaçları doğrultusunda planladığı önemli atılımlar için diğer üyelerin desteğine ihtiyacı var. 2005 yılında Avrupa Anayasası’nı halk oylamasında reddederek, arkasından Türkiye’nin müzakere sürecini bloke ederek ve AB’nin sadece Akdeniz’e kıyısı olan üyelerini içerecek şekilde kendi ulusal çıkarları çerçevesinde planladığı Akdeniz Birliği girişimini önererek zaten kaybetmekte olduğu etkinliğini yeterince zedelemiş olan Fransa’nın artık Birlik içinde sorun çıkaran ülke olmak istemediği görülüyor. Türkiye’nin üyeliği konusundaki başlıca sorun; Türkiye’nin Avrupalılığının tartışılmasının, aday statüsü verilmesi öncesinde yapılmayıp, önceden verilmiş olan kararlardan bugün vazgeçilmeye çalışılmasıdır. AB’nin bu tutumu, sadece AB’nin güvenilmezliğini göstermekle kalmayıp aynı zamanda Türkiye’ye yönelik etik dışı tavırlarını da ortaya koyuyor. Bir gazetecinin, “Hırvatistan’ın üyeliğini neden vatandaşlara sormuyor musunuz? AB işlerinin halktan kopuk bir şekilde yürütüldüğü eleştirilerinden korkmuyor musunuz?” şeklindeki sorusuna Sarkozy’nin verdiği yanıt dikkat çekici: “Fransa, 26 üye ülkeye, vatandaşlarıma sormadan hiçbir karar alamazsınız mı diyecek? Üstelik 2-3 milyonluk Hırvatistan ile 100 milyonluk Türkiye aynı değil”. AB işlerinden sorumlu bakan Jean-Pierre Jouyet’nin sözleri de cumhurbaşkanına benziyor: “AB içinde müzakereler tamamlanmış, kararlar alınmış, üyeliğin onaylanması öncesinde, kusura bakmayın ama nihai kararı ben veremem, halka sormam gerek mi diyecek?” şeklinde. Hükümet sözcüsü Luc Chatel: “2005’te çıkarılan kanun anlamsızdı. Yaklaşım genel değil, ülke bazında olmalı” diyor. Resmî ağızdan yapılan bu açıklamalar, Avrupa değerleri olarak lanse edilen ilkelere ciddi aykırılık içeriyor. Türkiye; azınlık hakları, idam cezasının veya olağanüstü hal uygulamasının kaldırılması yönündeki talepler karşısında, diğer ülkelerden farklı olarak çok büyük bir terör sorununun bulunduğunu, dolayısıyla özel durumu nedeniyle bu talepler için zamana ihtiyacı olduğunu söylediğinde AB’nin standartlar bütünü olduğu ve kuralların tüm ülkeler için geçerli olduğu cevabıyla karşılaşmıştı. Ancak AB, özel durumu nedeniyle sadece Türkiye’nin üyeliğinin halk oylamasına sunulacağını, üye olsa dahi serbest dolaşım alanının dışında kalabileceğini, yapısal fonların dışında tutulabileceğini, hatta müzakerelerin sonunda belki de üyeliğe kabul edilemeyeceğini belirtebiliyor. Aslında Sarkozy’nin bir tek Türkiye’nin üyeliğini halk oylamasına sunacak olması, sadece Türkiye’ye yönelik değil, AB’ye ve hatta Fransız vatandaşlarına da büyük saygısızlık. Sarkozy ile Jouyet’nin sözlerine baktığımızda, AB genelinin onayına rağmen Hırvatistan’ın üyeliğini halka sormanın AB’ye bir saygısızlık olacağını kabul ettiklerini görüyoruz. Ancak mesele Türkiye olduğunda, aynı cevabın ne AB’ye ne de Türkiye’ye yönelik bir saygısızlık olarak adlandırılmaması çok şaşırtıcı. Sarkozy’nin Lizbon Antlaşması gibi önemli bir belgeyi kabul edilmeme riskine karşı, daha önce reddeden Fransız vatandaşlarının oylamasına sunmaması veya üyeliğine onay verdiği Balkan ülkeleri konusunda, genişlemeye karşı olduklarını bile bile vatandaşların fikirleriyle ilgilenmemesi, aslında öncelikle kararların dışında bırakılan ve hatta “duruma göre kullanılan” Fransız halkına yönelik son derece ağır bir aşağılama. AB kurumlarının ve üye ülke liderlerinin gerek girişimleri gerekse sözleri, Türkiye’nin üyeliği konusunda AB’deki isteksizliği ve kimi zaman üyeliğin düşürülmesi çabalarını gösteriyor. Ancak; küresel çapta meydana gelen değişiklikler, hükümetlerin değişmesi, yeni krizler, yeni sorunlar ve beklenmeyen gelişmeler hesaba katıldığında 10 sene sonraki şartların farklı olabileceği göz önünde bulundurulmalı. Önemli olan; Türkiye’nin AB’yi ve Avrupalıları tanıyarak, hangi değerlere sahip kişilerle aynı masada oturduğunu bilmesi.
Kod Adı :24
BİLİM -DİN VE ADALET,BU ÜÇ ŞEY,ÖNEMLİ, İLAHİ KUTSALLARDIR !