Pişmiş Tavuğun Başına Gelenler...


Pişmiş Tavuğun Başına Gelenler ve AB Yol Haritası
Fatma Yılmaz Elmas 13 Şubat 2009, 

Cuma Dünya Ortadoğu merkezli yoğun bir gündemin içine sürüklenmekte ve dolayısıyla Türkiye de bu gündemin sıcaklığıyla dikkatini Ortadoğu bölgesine yoğunlaştırmış görünmektedir. İsrail’in Gazze operasyonu sırasında hararetlenen arabuluculuk tartışmaları ve çabaları gündemdeki varlığını uzunca bir dönem devam ettirdi ve devam da ettirmekte. Başbakan Erdoğan’ın Davos’ta gerçekleştirilen Dünya Ekonomik Forumu’nu terk etmesi, ani çıkışların Türkiye’nin Ortadoğu bölgesi için sahip olduğu potansiyel arabuluculuk perspektifi üzerindeki olası etkileri konusundaki tartışmalar da gündemi yeniden şekillendirdi. Gündemin süregelen ve soğumayan diğer maddeleri ise ABD başkanlık değişiminin dünya ve özelde Türk dış politikası üzerindeki etkileri ve finansal krizin sebep olduğu maddi zararlar ve paniğin yarattığı olumsuz algılamalar ve tepkiler… İç politikanın yoğunluğu da her zamanki gibi dış dünyayı aratmayacak durumda. Erken seçim havasıyla gelen siyasi açılımlar ve polemikler, bir de sıcaklığını bir seneyi aşkın bir süredir kaybetmeyen Ergenekon davası süreci… Bu yoğunluğun içinde unutulan ya da uyumaya bırakılan tek konu Avrupa Birliği gibi gözüküyor. Sayın Babacan yerine Başmüzakereci olarak Egemen Bağış’ın atanması ve dolayısıyla AB politikalarına daha fazla yoğunlaşabilecek bir alan açma ya da uzmanlaşma anlamında atılan bu adımın süreci etkin yürütme adına yerinde olduğu gerçeği yadsınamaz. Ortadoğu’ya kayan gündem nedeniyle Batılılaşma vizyonunun terk edildiğini de söylemek haksızlık olur. Bölge ülkeleri üzerinde yumuşak gücünü kullanarak diyalog yoluyla nüfuzunu arttırmış etkin ve aktif bir Türkiye’nin Batı üzerindeki imajı elbette ki daha olumlu olacaktır. Bölgesel işbirliği ve entegrasyonun tercihten çok zorunluluk oluşturduğu bir bölgede yer alan Türkiye’nin çok yönlü bir dış politika izlemesi kaçınılmazdır. Türkiye, dikkatini sadece dünya gündeminin kaydığı dönemlerde değil, genel bir politika doğrultusunda ve geniş bir ilişkiler ağına yayılmış olarak bölge konularına yöneltmek ve ilişkileri sosyo-ekonomik, siyasi ve kültürel her alanda sürdürülebilir hale getirmek zorundadır. Ancak konjonktürel gelişmelere bağlı olarak Ortadoğu gündemi üzerinde yaşanan yoğunlaşma, dış politikanın bel kemiği konumundaki diğer gelişmelere olan ilgiyi dondurma lüksünü özellikle Türkiye gibi bir ülkeye vermemektedir. Tıpkı hasta olan çocuğuna hastalık dönemindeki ilgisini artıran annenin diğer çocuklarını ihmal etme ya da hem sevgi anlamında hem de maddi anlamda aç bırakma lüksü olmadığı gibi, Türkiye’nin de hemen yanı başında yaşanan kriz ortamı nedeniyle ilgisini yoğunlaştırdığı Ortadoğu yanında, uzun-süreli ilişkisi bulunan AB ile ilişkileri uyuma noktasına getirme lüksü bulunmamalıdır. Zira bir ülke dış politika konusunda, her çocuğu ile tek başına ilgilenmek zorunda kalan bir anneden ziyade bu konuda pek çok bakıcıdan uzman yardımı alan profesyonel bir kreş gibi davranmak zorundadır. AB vizyonunu batılılaşma ve demokratikleşme adına kovalayan Türkiye, bu konudaki samimiyetini gösterebilmek adına Ulusal Programlar aracılığıyla şekillenen yol haritasına başvurmakta ve bu haritayı zaman zaman güncellemektedir. Ancak sorun yol haritasının her defasında dünyadaki konjonktürel gelişmelere bağlı olarak uygulamada işlevsiz kalması ve geri plana itilmesidir. Yukarıda da bahsedildiği gibi önce Rusya’nın Güney Osetya’yı işgali, ardından finansal krizin ayak sesleri, ABD başkanlık seçimleri ve İsrail’in Gazze operasyonu derken AB yol haritası bir kez daha gündemin dışına itilmiştir. Hatırlarsanız 2007 yılı da AB Yol Haritası açısından farklı bir görünüm sergilememişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi, genel seçimler ve kapatma davası derken haritadaki çizgiler bir defa daha anlamsız hale gelmişti. Dolayısıyla 2008 için ‘sil baştan’ denmişti. Bu bağlamda AB Komisyonu tarafından hazırlanan İlerleme Raporları da birbirine benzemeye ve AB müzakereleri sırasında iki başlık açma adeta rutine binmeye başladı. Acaba sorun dünyanın dönmeye devam etmesi ve gündemin çabuk değişerek Türkiye’ye AB konusunda oturup soluklanma fırsatı vermemesinde mi? Yol Haritasının başına gelenler ‘pişmiş tavuğun başına gelenler’ ile ifade edilebilir mi? Yoksa vizyon eksikliğinden ve uzun-vadeli bir planın uygulamaya konması için etkin siyasi irade ve çok-yönlü, planlı bir diplomasinin eş zamanlı işletilmesi eksikliğinden mi bahsetmemiz gerekir? Eylül 2007’de hazırlanan ve daha sonra yeniden şekil verilen 2007-2013 Eylem Planına ne oldu? Periyodik gereklilik ve açılımlara ayrılan planın hangi aşamasındayız? Dünyanın Ortadoğu bölgesinde kaynaması, finansal krizin olumsuz etkileri neden Yol Haritasına göre hareket eden devlet yapılanması içindeki AB uzmanlarını ve birimlerini olması gerekenden fazla işinden alı koymaktadır? Şunu belirtmek gerekir ki son gelişmeler Türkiye’yi AB gündeminden uzaklaştırsa ve bunun yanında AB’yi de belirli ölçüde Türkiye’nin üyeliği konusunda daha zor adım atmaya zorlasa da, AB’yi zirve sonuçlarında ve periyodik raporlarında aldığı kararları uygulamaktan alıkoymamaktadır. Bunun en belirgin örneği büyük olasılıkla 2009 yılı sonunda Kıbrıs sorunu nedeniyle yenilenecek değerlendirme kapsamında görülecektir. Hatırlanacak olursa, 14-15 Aralık 2006 tarihli AB Konseyi Sonuç Bildirgesinde Konsey, 21 Eylül 2005 tarihli deklarasyonda yer alan konulara ilişkin ilerlemeleri takip edeceğini ve gözden geçireceğini bildirmiş ve Komisyon’u 2009 yılı dahil olmak üzere gelecek yıllık raporlarında bu konuda yer vermeye çağırmıştır. Başka bir deyişle, müzakerelerin geleceği Kıbrıs sorunu nedeniyle 2009 sonunda yeniden değerlendirilmek üzere yeni bir sürecin akışına bırakılmıştır. Bu anlamda Türkiye’ye 2009 yılı sonuna kadar süre tanınmış olduğu söylenebilir. Kıbrıs sorunundan kaynaklanan limanlar konusunu, AB daha şimdiden ve hatta hiç unutmaya da niyetli görünmez bir şekilde yinelemektedir. Avrupa Parlamentosu Dış ilişkiler Komisyonu tarafından Mart ayı içerinde kesinlik kazanması beklenen Türkiye Raporuna ilişkin ele geçen taslakta, AB-Türkiye Gümrük Birliği ilişkisine ve dolayısıyla Ek Protokol’ün Güney Kıbrıs için uygulanmamasına bir kez daha vurgu yapılmaktadır. Aralık 2009 tarihine kadar bu konuda adım atılmaması durumunda ilişkilerin ciddi şekilde etkileneceği ısrarla üzerinde durulan konular arasındadır. Görülüyor ki, AB bir yandan Ortadoğu’da barış sürecine ilişkin diplomatik açılımları sürdürürken ve hatta bir de Sarkozy’nin AB Başkanlığı sevdası nedeniyle koltuğu hala kendinde hissetmesi gibi bir dertten muzdaripken ve Çek Cumhuriyeti başkanlık döneminin de kaprisleri ile dönem başkanlığı sistemini iyice zedelerken Türkiye-AB ilişkileri konusunu da atlamamaktadır. Galiba neden çok yönlü ve adım adım planlanmış bir diplomasi ve vizyon sahibi tutarlı bir dış politika izlenmesi gerektiğinin cevabı, AB’nin konjonktürel gelişmelerle baltalanmış bir dönemde iç sosyo-ekonomik ve siyasi sorunlarla uğraşmasına rağmen ilişkilerindeki - doğru ya da yanlış - tutarlılık ve kararlılığında yatmaktadır. Önemli olan çok-yönlü bir diplomasiyi tüm boyutlarıyla aynı anda yürütmek ve bunu yaparken dağılmamaktır. Zira dış politika ve diplomasi her yöne kanalize olmuş farklı uzmanların işidir. Türkiye de bulunduğu bölge itibariyle böyle bir dış politika analiz ve işlerliğine AB’den çok daha fazla ihtiyaç duyan bir ülkedir. Dünyadaki olaylar kendi akışında ilerlerken onları durdurmak söz konusu değil ise bu akışı yönlendirmek zorunluluğu doğmaktadır. 2006 yılından 2009 yılı sonuna kadar 3 sene gibi bir süre, AB için çizilen Yol Haritası içinde Kıbrıs sorununun limanlar konusu ayağının uzmanlar tarafından incelenmesi ve izlenecek diplomatik adım ya da siyasi yönlendirmelerin belirlenmesi açısından ideal bir zamanlama olarak görülmektedir. Ancak bu yılın sonunda bu zamanlamanın Türkiye açısından hangi doğrultudaki bir planlamayı bir çıktı olarak ortaya çıkardığı konusuna şüpheli bakmaktayım. Umarım ben yanılırım ve yine haritamız salt AB’nin çizgileri ile şekillenmek zorunda kalmaz. Sonuç olarak, Dünyanın ve Türkiye’nin ve hatta AB’nin gündemi çok farklı yerlere yönelmişken, Türkiye-AB ilişkileri ve çok-yönlü dış politika uygulanması gereği üzerinde durmamım nedeni açık. Çünkü 2009 sonunda Türkiye gündemi normal akışında yürüsün ya da yürümesin bir süreliğine de olsa AB’ye ve Kıbrıs sorununa yönelmek zorunda kalacak ve etkisi ileriye yönelik olacak... 


13 Şubat 2009 Fatma YILMAZ ELMAS USAK AB Araştırmaları Merkezi fy.elmas@gmail.com

Kod Adı :24
 
BİLİM -DİN VE ADALET,BU ÜÇ ŞEY,ÖNEMLİ, İLAHİ KUTSALLARDIR !
Önemki Adresler
 









sitene ekle

Takvim
 

Hava Durumu
 
Döviz Kuru
 
 
Bugün 1 ziyaretçi (3 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol