Geleceğin Süpergücü AB Olabilir mi? |
Dr. Deniz ALTINBAŞ
|
5 Aralık 2008 |
|
ABD Ulusal İstihbarat Konseyi tarafından hazırlanan rapora göre 2025 yılında Avrupa Birliği (AB) kurumsal reformlarını tamamlamış ve siyasi olarak kendisini tanımlamış, ancak demokrasi açığı ve üye devletlerin ulusal çıkar çatışmaları nedeniyle sorunlarını tam anlamıyla aşamamış olacak. (Global Trends 2025: A World Transformed) Dolayısıyla rapora göre, AB “aksak bir dev” haline gelecek. Bu da, AB için kullanılan “ekonomik dev-siyasi cüce” ifadesinin uzun bir süre daha devam edeceğini gösteriyor.
AB’nin önemli hedeflerinden birisi, ABD gibi global bir güç haline gelmek. Ancak, Birliğin iç sorunları bu hedefin önünde engel oluşturuyor. Her ne kadar büyük bir ekonomik güç olsa da, insan ömrünün uzaması ile aynı anda doğum oranlarının azalması, Avrupa’nın büyük ekonomilerinin başlıca sıkıntılarından. Doğuma teşvik etmek için verilen izinler, yapılan fazladan ödemeler sonuç veriyor, ancak hâlâ yeterli değil. Rapora göre, köklü değişiklikler yapılması gerekiyor. Göçmen alımı, görünen en açık çözüm yolu. Ancak mevcut bir entegrasyon sorunu varken, yeni gelen göçmenlerin topluma entegre edilmeleri, üstelik bu süreçte yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve aşırı milliyetçi hareketlerin artması karşılaşılması muhtemel yeni sorunlar olabilecek.
Raporda Türkiye’nin üyelik sürecinin AB için bir “test” olacağını, reddedilmesi durumunda Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşacağı ileri sürülüyor. Bu durumdan, aynı zamanda İslam dünyasının ve Avrupa’da yaşayan Müslümanların da olumsuz etkilenmeleri söz konusu. ABD Ulusal İstihbarat Konseyi raporunda Avrupa’nın enerji alanında Rusya’ya olan bağımlılığının önüne geçemeyeceği, organize suçların en ciddi sorun haline geleceği, hatta bazı Doğu Avrupa ülkelerinde devletlerin bu örgütlerin kontrolü altına geçebileceği de ileri sürülen tahminler arasında.
AB’nin ABD gibi global bir güç haline gelmesi uzun vadede dahi mümkün görünmüyor. Başlıca sebep, AB’nin ABD’den en büyük farkı olan bir devlet değil devletler topluluğu olması. ABD, tek bir ulusal çıkar doğrultusunda tek elde toplanmış olan kaynaklarını seferber etme, hızlı karar alıp uygulamaya geçirme rahatlığına sahip. AB’de ise, üye devletlerin birbirinden farklı siyasi, ekonomik, toplumsal kültürlerinin çakışması bir tarafa, bu kadar farklı ulusal çıkarın ortak paydada birleştirilmesi söz konusu. AB’nin global güç olma hedefi, AB federal bir yapıya ulaşmadan mümkün olmayan bir hayal.
Devlet olmamasına rağmen bir devlet gibi hareket etme isteği, AB’nin halklardan kopmasına, demokrasi açığının büyümesine ve AB şüphecilerinin de ciddi şekilde artmasına neden oluyor. Bugün gelinen noktada, üye devletlerin vatandaşlarının neden AB üyesi olduklarını sorgulamaya başladıklarını görüyoruz. Bu şekilde baktığımızda da aslında haklılık payı yüksek. AB’nin kuruluş nedeni eğer savaş sonrası batık ekonomilerin toparlanması ise bu gerçekleşmiş durumda; eğer Alman ve Sovyet tehdidinden korunmak ise bu güvenceyi AB’nin veremeyeceği de anlaşılmış durumda. Kısacası, bugün AB’nin belirgin bir amacı olmadığını rahatlıklıkla söylemek mümkün.
Üstelik en yeni örnek olan, İrlanda’da Lizbon Anlaşması’nın halk oylamasına sunulma sürecine baktığımızda tablo daha net bir şekilde ortaya çıkıyor. İrlanda’ya büyük üyeler tarafından yapılan baskı ve tehditler, oylamanın olumsuz çıkmasından sonar tekrarlanmasının önerilmesi gibi, İrlanda vatandaşlarına saygı duyulmadığını gösteren “ahlaksız bir teklif” yapılması, dahası, İrlanda’nın Lizbon Anlaşması’nı reddettiği için AB’den ayrılması gerektiğinin telaffuz edilmesi gibi demokrasinin beşiği Avrupa’dan beklenmeyen tavırlar nedeniyle özellikle küçük ülke vatandaşlarının AB karşıtlığının artmasını anlamak mümkün.
Önemli bir başka nokta, Avrupa ülkelerinin ABD’den yine çok farklı olan militarizm karşıtlığı. AB’nin askerî güç olmadan siyasi etkinliğinin olamayacağı iddiası, AB üyesi ülkelerin bu alanda çekingenlik göstermelerine bağlanıyor. Bunu iki şekilde izah etmek mümkün. Birincisi, AB üyesi ülkelerin büyük çoğunluğunun aynı zamanda NATO üyesi olması, kendilerine gerekli savunmayı güvence altına almış oldukları anlamına geliyor. ABD’nin AB’ye yaptığı başlıca eleştirilerden biri, Avrupa ülkelerinin bu alanda ABD’ye sırtını yaslamış olmaları. Askerî harcama yapmaktan ve tehlikeli bölgelere asker göndermekten kaçınan Avrupalıların Amerikan savunmasına sığınmış olmaları ABD tarafından kendi üzerlerinde bir “külfet” olarak görülüyor. İkincisi, Avrupa’nın yakın tarihi. İki büyük dünya savaşından sonra silahlı güç kullanımının en son çare olduğunu düşünmeye başlayan Avrupalılar, kendilerinden uzakta meydana gelen güvenlik sorunlarına karşı da ilgisizleşmişlerdir. Brzezinski, bu durumu daha da ileri götürerek, ABD’nin kendileriyle ilgilenmemesi durumunda Avrupa ve Avrupa tarzı yaşam biçiminin ortadan kalkacağını, bunun ise “Batı’nın sonu” anlamına geleceğini ileri sürüyor. (Brzezinski, America and the World. Conversations on the Future of American Foreign Policy, Basic Boks, NY, 2008)
AB’nin bir global güç olacağını, hatta 21. yüzyılı yöneteceğini ileri sürenler de mevcut. ABD’nin en büyük hatasının geçici çözümler üretmek olduğunu savunan Mark Leonard, AB’nin genişleme, komşuluk ve malî yardım politikaları ile yavaş yavaş tüm dünyayı kendi tarzında tek çizgi haline getirmekte olduğunu belirtiyor. Bunu “görünmez el” ile yapan Avrupa’nın “dönüştürücü gücü”nün en önemli özelliği, bu süreci, ABD’den farklı olarak kendisine düşman kazandırmadan gerçekleştirmek. Leonard’a göre Avrupa’nın “sessiz devrim”inin gücü, kalıcılıkta yatıyor. AB, ülkeleri hukuk sistemleri de dahil hedef ülkeleri öylesine dönüştürüyor ki geri dönüş ihtimalini de ortadan kaldırıyor. (Mark Leonard, Why Europe will Run the 21st Century?, Fourth Estate, London and New York, 2005)
Uluslararası sistemin keskin tek kutupluluktan uzaklaşmaya başladığını söyleyebiliriz. Bu durumu, ABD’nin gücünü kaybetmekte olmasından çok, diğer bölgesel aktörlerin güçlenmeleri ile açıklamak mümkün. ABD dışında başka devletlerin de seslerinin çıktığını görmeye başlıyoruz. Fakat, bu “yeni” “başka” devletler arasında AB’yi saymak doğru görünmüyor. En basitinden, AB devlet değil. Ayrıca, AB hâlâ Kissinger’ın ortaya attığı sorunu çözebilmiş değil: AB’yi aramak istersek hangi numarayı çevireceğiz? |