Küresel finans krizi, Fransa tarafından, ekonomik alandaki geleneksel korumacılığını bir kez daha gündeme getirip savunabilmesi için bir fırsat olarak görüldü. Serbest piyasa konusunda diğer Avrupa ülkelerinin gerisinde olan Fransa, korumacı ve zaman zaman rekabete aykırı tutumu nedeniyle sadece AB içinde değil diğer ülkeler ve küresel düzeydeki kurumlar tarafından da yadırganan ve eleştirilen bir ülke.
AB’nin dönem başkanlığı konumundan da yararlanarak finans krizinin yönetimine soyunan Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin önerileri, her ne kadar ülke içinde, özellikle de Fransız solu tarafından destek görse de, diğer ülkelerde şaşkınlık ve kızgınlıkla karşılanıyor. Fransa’nın önerileri arasında, özellikle stratejik öneme sahip şirket ihalelerine yabancıların girişini engellemek için devletin müdahale etmesi, devletin sanayiye destek vermesi, Avrupa şirketlerinin Avrupalı olmayan sermayenin eline geçmemesi için tedbirler alınması gibi Avrupa ülkelerinin yaklaşık 30 senedir unutmuş olduğu uygulamalar bulunuyor. Sarkozy, AB’nin sadece avro alanında yer alan üyelerinin devlet ve hükümet başkanlarının yer alacağı ve sadece avro ülkelerini yönetmek üzere Avrupa Merkez Bankası ile birlikte çalışacak bir “ekonomi hükümeti”nin kurulması gerektiğini savunuyor. Fransa’nın, varlığından hiçbir zaman memnun olmadığı Avrupa Merkez Bankası’nın bağımsızlığının, önerilen ekonomi hükümeti ile birlikte ortadan kalkacağını belirtmek gerek.
Mevcut kriz, her ne kadar bir çok ülkede devletin müdahaleci ve korumacı bir şekilde yeniden ekonomik alana dönüşünü zorunlu kılıyorsa da, Fransa’nın önerilerinin kriz yönetimini aşarak liberal ekonomik sisteminin sonunu getirmeye yönelik olduğunu söylemek yanlış olmayacak. Sarkozy, AB’nin bir numaralı ekonomisi Almanya tarafından sert bir şekilde eleştirilirken, Alman Ekonomi Bakanı kendi ülkesinin her türlü yabancı sermayeye serbest bir şekilde ve sonuna kadar açık olduğunu söylemeyi ihtimal etmedi.
Sarkozy, uluslararası sistemin reforme edilmesi düşüncesiyle global düzeyde bir dizi zirve yapılmasını öneriyor. Çin ve Hindistan gibi yeni büyük ekonomiler ve G-8 ülkelerinin katılımıyla, ABD başkanlık seçimlerinden sonra başlayacak toplantılarda “dünya kapitalist sisteminin yeniden kurulması” amaçlanıyor. Ancak Sarkozy’nin, alışılmışın dışındaki aykırı görüşlerini diğer ülkelere kabul ettirebilme ihtimali çok düşük görünüyor.
Serbest piyasa modeline hâlâ alışamadığı görülen Fransa, bugünkü finans krizini değerlendirmeye çalıştığı gibi, yaklaşık altı ay önce de gıda fiyatlarındaki krizi hem AB’nin Ortak Tarım Politikası’nı sürdürmek hem de yine devlet korumacılığını savunmak için kullanmıştı. Fransız Tarım Bakanı, yüksek gıda fiyatlarından dolayı “serbest piyasanın aşırı serbest” olmasını sorumlu tutmuştu. Gıda fiyatları krizinin kamu politikaları ve devlet müdahalesi ile çözülebileceğini savunan Bakan, Latin Amerika ve Afrika’nın bölgesel çapta AB’ninki gibi ortak tarım politikası sistemi kurmaları gerektiğini ifade etmişti. Önerilerden biri de, AB dışından yapılan gıda ithalatını azaltmak için sağlık ve kalite standartlarının seviyesini artırmak, böylece - Fransa’nın kullandığı ifade ile - “tercihin Avrupa’da kalmasını sağlamak”tı.
Ortak Tarım Politikası, Fransa’nın en fazla kazanç sağladığı, buna karşılık Almanya ile İngiltere’nin en fazla katkıda bulunduğu ve AB bütçesinin yüzde 40’ını kaplayan en masraflı ortak politika durumunda. Uzun süredir, değiştirilmesi için İngiltere ve Almanya gibi tarım ülkesi olmayan üyelerden gelen baskılar Fransa’nın ısrarıyla başarısız kalıyor.
Fransa, AB bütünleşme sürecinde en büyük sıkıntıyı, geleneksel müdahaleci ve korumacı yapısı nedeniyle ekonomik politikalarının uyumunda yaşadı. 1980’lerin ortalarına kadar IMF tarafından eleştirilen Fransa, 1990’lı yıllara kadar ekonomik alanda önemli ölçüde bir liberalleşme gerçekleştirememiştir. Ortak pazarın kurulması için ticaret engellerinin kaldırılacak olmasını, korumacı ekonomik yapısı nedeniyle çok zor kabullenebilmiş, devletin elindeki güç ve yetkiyi serbest pazara devretmesi radikal bir değişim olmuştur. Üstelik özelleştirme konusunda diğer üye ülkelerden çok daha yavaş ve tedbirli davrandığı için yabancı yatırımlar konusunda geri sıralarda kalmıştır.
Serbest piyasa ekonomisine geçtikten sonra iç ve dış yatırım oranlarının yükselmesi ile ithal ürünlerin pazara girmesiyle iç rekabetin artması, Fransız sanayisinin dışa açılması gibi faydalar sağlanmıştır. Buna karşılık Fransa’da, özellikle küçük ve orta ölçekli şirketler arasında, halen devletin korumacı politikalarındaki “altın çağ”ın nostaljisini dile getirenler bulunmaktadır.
|